Mekruh nedir, ne demek? Mekruh vakitleri nelerdir, hangi vakitlerde nafile namaz kılınmaz?
Mekruh vakitleri, namaz vakitlerini düzgün bir şekilde ihya etmek isteyen vatandaşların gündeminde yer alıyor. Mekruh, İslam fıkıhında haram gibi kesin ve bağlayıcı olmamakla birlikte yapılmaması istenen şeydir. Efâl-i mükellefindendir. Sözcük anlamı olarak “hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey” manasına gelir.
MEKRUH VAKİTLERİ NELERDİR?
Bazı vakitlerde bir kısım ibadetlerin yapılması yasaklanmıştır. Bu vakitlere kerâhet vakitleri denilir. Ukbe b. Âmir el-Cühenî’den şöyle nakledilmiştir:
“Resûlullah (s.a.s.) bize üç vakitte namaz kılmayı veya ölülerimizi defnetmeyi yasakladı: Güneşin doğmasından itibaren (bir veya iki mızrak boyu) yükselmesine kadar, güneşin gökyüzünde tam dik oluşundan (batıya) yönelmesine kadar ve güneşin sararmasından itibaren batmasına kadar.” (Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 293 [831]; bkz. Ebû Dâvûd, Tatavvu‘, 10 [1277]; Cenâiz, 55 [3192]).
Güneş doğarken ve tam tepede iken namaz kılınamaz. Güneşin batmasından önceki kerâhet vaktinde, sadece o günün ikindi namazının farzı kılınabilir. Fakat mazeretsiz olarak ikindi namazını bu vakte kadar geciktirmek mekruhtur.
Bu vakitlerin başlama ve bitiş zamanları mutedil bölgeler itibarıyla şöyledir:
• Güneşin doğmasından itibaren, 40-50 dakika sonrasına kadar,
• Güneşin, tam tepede bulunduğu vakit (Öğle vaktinin girmesine yaklaşık 10 dakika kalmasından öğle vaktinin girmesine kadar),
• Güneş batmazdan önce, gözleri kamaştırmaz hâle gelmesinden, batmasına kadar olan vakit (Güneşin batmasına 40-50 dakika kalmasından itibaren akşam namazı vakti girinceye kadar olan zaman) (Merğinânî, el-Hidâye, 1/42).
NAFİLE NAMAZ VAKİTLERİ
Bunların dışında şu vakitlerde de sadece nâfile namaz kılmak mekruhtur:
• Sabah namazının sünneti hariç olmak üzere imsak vakti girdikten sonra, güneş doğuncaya kadar olan sürede,
• İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar olan sürede,
• Akşam namazı vakti girdiğinde farz kılınmadan önce,
• Cuma günü hatibin minbere çıkmasından sonra (Merğinânî, el-Hidâye, 1/269-271).